28 Aralık 2012 Cuma

Rouen :)

23 Aralık 2012

"Bugün Pazar, bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar
Ve ben ömrümde ilk kez, gökyüzünün bu kadar güzel....."
Evet, bugün Pazar..Sıcak bir yatak bulmuşken, hiç bırakmak istemiyor bedenim..Bu 15 gün boyunca yaşayacağım en büyük lüks duş alacak yer bulmak ve bir yatakta, bir koltukta, istasyon ve toplu taşıma aracı dışında bir yerde uyumak..
Sıcak su beni kendime getiriyor, bavulum hazır, artık kendimi Rouen sokaklarına atabilirim bir kez daha..
Dün gece beni ürküten, sessiz karanlık sokaklar, bugün cıvıl cıvıl..
Christmas telaşı sarmış insanları, insanlar mutlu, insanlar sevecen..
Dün akşam doğru düzgün bir öğün yemediğimden olsa gerek, kendimi Christmas Marketlerinin bulunduğu alanda kaybetmeden önce kahvaltılık bir şeyler almak için bir Pâtisserie'ye uğruyorum..
"Bir portakal suyu, bir sandviç lütfen.."
Bugün Pazar..
Her Pazar olduğu gibi evimi özlüyorum, evimizdeki Pazar Kahvaltılarını..
Babamla annem beraber kahvaltı hazırlıyorlar..Babam tostları yapıyor, annem peynir çıkarıyor dolaptan, en sevdiğimizden..
Yasin bir koşu gazete almaya gitmiş..Hızlı adımlarla dönüyor eve, alt kattaki komşumuz ve köpeğine rastlıyor, okşuyor Beyaz'ın kafasını "Keşke bizim de bir köpeğimiz olsa" diye geçirerek içinden..
Oturmuşuz sofraya beraber..Annem Nescafe içiyor, babam zencefil, Yasin de süt, kime çekmiş :) Alacağı cevabı bilmesine rağmen, bana da soruyor "Kübra süt içeceksin dimi?" cevabım belli "Evet bebeğim"
Sofrada tatlı bir sohbet..Arada annem gelecek planlarından bahsederken, babam her zamanki çıkışını yapıyor :
"Daha iki gün sonra ne olacağımız belli değil, sen 10 yılın hesabını yapıyorsun"
Annemin cevabı yıllardır aynı:
"Ahmet, ben vizyon sahibi bir kadınım.."
Bu atışma böylece sürüp giderken, babam badem ve ceviz yememiz gerektiğini söylüyor..Yiyoruz, onu dinlememiz hoşuna gidiyor..
Yasin soruyor : "Kübra peynir güzel mi?"
"Evet, bizim sevdiğimizden"
Hiç kimseyi dinlemeyen çocuk sadece beni dinliyor, herkese soruyor yine ama önemli olan benim cevabım..Hiç kimseye inanmayan çocuk bana inanıyor, bana güveniyor..Bu öyle özel bir duygu ki, hiç bir şeye değişmem..
Özel olduğu kadar da üstüme bir sorumluluk yüklüyor bu "Örnek Alınan Abla" olma duygusu..
Yine de seviyorum bu duyguyu..Ve biliyorum ki arkamda beni takip eden, bana inanan, bana güvenen, beni örnek alan bir kardeşim varken, yanlış yapma lüksüm yok benim..
İşte bu yüzden, inandığım ve yaşadığım her şeyi iki kişilik yaşıyorum ben..
Bazen tek bir bakışımız yetiyor her şeyi anlatmaya..Aramızdaki bu göz temasını anlatmak çok zor..Sanırım en iyi biz tanıyoruz birbirimizi ve en çok biz seviyoruz..
Evet, evimi özledim, Pazar kahvaltılarımızı özledim..
Tüm bunları düşünürken, kendimi bir anda kahvaltımı bitirmiş sokaklarda gezerken buluyorum..
Ve karşıma dün akşam içimi ürperten Cathédrale de Notre Dame çıkıyor..
Yapımına 12. yüzyılda başlanmış bu katedralin inşasının tamamlanması yıllar sürmüş..Şimdi tüm ihtişamıyla, geceleri insanların içini ürpertse de, Rouen'ın göbeğinde, şehre gotik bir hava katıyor..
Katedralin yan sokağında bulunan Christmas Marketinde kalmıştı ya aklım, hemen koşup gidiyorum..
Gülümseyen satıcıları izliyorum, göz göze geldiğimizde ben de gülümsüyorum..Etrafta koşuşturan mutlu çocukları izliyorum, tabi ki onlara da gülümsüyorum..
Fransızların yemeğe tutkuyla, aşkla bağlı olmalarını gerçekten çok seviyorum..Öyle ki, yemek yaparken de yerken de, gözlerinde o aşkı görebiliyorsunuz..
Tam o sırada gözüme küçük, mahzenimsi bir stant takılıyor..
Bir an içimden geliyor şarabın tadına bakmak..Sonra fark ediyorum ki, ben Şarap'tan çok, şarap içilen ortamı mumu, nargileyi, arkada çalan müziği, şarap eşliğindeki sohbetlerimizi, şarabın tadını paylaşmayı, şarabın kalitesi hakkında yorum yapmayı seviyorum..İşte bu yüzden belki de, geçip gidiyorum yanından..
İnsanlar öyle yaratıcı ki şaşırıyorum.."Sanat için Sanat" değil belki yaptıkları, belki de tek amaçları akşamları karınları tok uyumak..
Ama ne olursa olsun, amaçları karın doyurmak olan bu insanlar, "Sanat" yapıyorlar, görüyorum..
O an gözüme bir stant çarpıyor..Amca önünde küçük bir testere, tahta levhalara isim yazıyor..
Öyle güzel görünüyorlar ki, dayanamıyorum yaptırıyorum bir tane "Yasin" yazdırıyorum, sevinsin ufaklık diye..Yanına da hayvan figürleri işliyor amca.."Köpek" olsun diyorum..En sevdiği hayvan köpek..Zamanında köpek aldırmak için az uğraşmadı..
Bulduk sonunda bir tane, gittik almaya, aldık da..3 Gün kalabildi hayvancağız bizimle..Öyle zordu ki bakımı, pes etti ufaklık, koştuk götürdük eski sahibine..Ondan sonra çıkmadı sesi bir daha, anladı ki bahçesiz bir evde köpek bakımı çok zor..
Ancak yazın verebileceğim sanırım hediyemi Yasin'e ama olsun bakalım, bu da ona bir Rouen hatırası olsun :)
Derken yürümeye devam..Kendimi bir anda bir Noel Baba kulübesi önünde buluyorum bir Noel Baba ile..Bakıyorum minikler fotoğraf çektiriyor, bende istiyorum bir tane..Kırmıyor Noel Baba..Ve ortaya bu komik fotoğraf çıkıyor..
Christmas Marketini terk etmeden önce, dikkatimi çeken son bir şey:Kalıp kalıp çikolatalar..Öyle güzel görünüyorlar ki, gözümü doyuyorlar, bakmak yetiyor tatmak istemiyorum..Elimdeki haritaya bakma zamanı geldi artık diyorum ve Rouen Top Ten'deki görülmeye değer yerleri görmeye..
İlk olarak "Old Market Place"e gitmek istiyorum..Sokaklardaki cumbalı evler dikkatimi çekiyor, hayranlıkla evleri izliyorum..Ve düşünüyorum, nasıl bir duygudur bu kasvetli şehirde, bu cumbalı evlerde yaşamak diye..
Hep sevmişimdir Cumbalı Evleri..Anneme benzediğimden olsa gerek..İkimiz de Ortaköy doğumluyuz ya, belki de ondandır, kim bilir..
Aslıgül düşüyor aklıma bir an..Esroş'un yanına giderken geçtiğimiz "Boyacıköy"..
"Ben İstanbul'a dönünce kendimizi birazcık Boyacıköy sokaklarına atabilir miyiz miniğim?" diye geçiriyorum içimden..Ve biliyorum, o duyuyor..
Tüm bunlar geçerken aklımdan, bir de bakıyorum ki Eski Pazar Alanı karşımda duruyor tüm canlılığıyla..

Meydandaki sistem Plaza Mayor mantığı yine..Kocaman bir alan, etrafı kafelerle, küçük dükkanlarla çevrili..Ortada büyük bir kapalı alan, içinde neredeyse tüm mutfak ihtiyacınızı karşılayabileceğiniz minik minik stantlar..

Fransa deyince peynirden bahsetmemek olmaz..Marketin içinde o kadar çok peynirci var ki, insanın kafası karışır bu kadar peyniri bir arada görünce..Her ne kadar hepsinin tadına bakmak istesem de mümkün olmuyor.."Olivier burada olsaydı gösterirdi yine gurmeliğini ve bu kadar peynirin içinde hangisini denemem gerektiğini söyleyip, peynir rehberliğini yapardı her zamanki gibi" diye geçiriyorum içimden..Ve beraber yaptığımız "Grocery Shopping'leri ve onun gurme rehberliğini özlüyorum..Ve bir de Bea'yı tabi..

Taze meyve, sebze, peynir satın alan insanların arasından geçip, kafelerin etrafında dönmeye başlıyorum..Tek istediğim 40 yıl hatırı olan, bir yudum kahve..


Ben kahvemi yudumlarken, insanlar gelip geçiyor yanımdan..Sessizce izliyorum, sessizce gözlemliyorum sadece..Yazmak için belki de..Yazabilmek için, şehrin insanları içime işlesin istiyorum..Kafeinin verdiği ayıklık ve kahvenin verdiği mutlulukla tekrar ayaklanıyorum..Hala şehir turunu bitirebilmiş değilim..
Rouen'ın ana caddesinde bulunan Le Gros Horloge'a doğru yürürken, yolda gördüğüm Makaronculara giriyorum daha fazla dayanamayıp..Birer tane Makaron alıyorum ki her birinden, daha başka yerlerde daha başka tatlar denemem mümkün olsun..

Makaron maceram böylece sona ererken, kendi kendime bugünlük tatlı hakkımın bittiğini hatırlıyorum..Hatırlatıyorum hatırlatmasına ama gördüğüm Belçika çikolatacısı beni baştan çıkarıyorum, dayanamıyorum, giriyorum içeri..

VE..


Kendimi Trüflerin arasında buluyorum..O an içimde bir heyecan..Belçika'ya gitmek için gerçekten sabırsızlanıyorum..
Bugünkü öğle yemeğimi de Makaronlar ve Trüfler sağ olsun böylece geçiştiriyorum..



Ve işte geldik : Le Gros Horloge

Ben tam bu noktaya ulaşmışken, bir anda sağanak bastırıyor, insanlar kaçışıyor, ben onları izleyip gülümsüyorum..Islanmayı her zaman sevmişimdir..Köprünün altında bir kalabalık birikiyor bir anda, yağmurdan kaçan herkes köprünün altına atıyor kendini, ben ise gülümseyerek fotoğraf çekiyorum..

Yağmur hafifleyince küçük karıncalar gibi etrafa dağılıyor insanlar..Ben ise küçük şehir turuma kaldığım yerden devam ediyorum..
Karşıma çıkan binaların eskiliği şaşırtıyor beni..
"Bu kasvetli şehre de ancak bu yakışırdı" diyorum..Ve bu şehri böyle sevdiğimi hissediyorum..



Karşıma çıkan binalardan biri içimi burkuyor..Bir anda II. Dünya Savaşı zamanlarına geri dönüyorum..Bu bir anıt, II. Dünya Savaşı sırasında Rouen'ın bombalanmasıyla birlikte hayatını kaybeden siviller anısına yapılmış bir anıt..Belki de diyorum, bu kasvetli hali verdiği kayıplardan bu şehrin..



Şehrin ortasından geçen Seine Nehri kıyısına gitmeyi dilerken, girdiğim sokak beni gerçekten de nehir kenarına çıkarıyor....



 Rouen'da akşam oluyor, sokaklar sessizleşiyor yavaş yavaş..İnsanlar evlerine çekiliyor..Kim bilir, belki onları da ürkütüyordur bu şehrin sokakları karanlıkta..
Öğle yemeğini çikolata ile geçiştiren ben, bir anda karnımın acıktığını hissediyorum..Kendimi küçük bir kafeye atıp, bir peynir tabağı söylüyorum sadece..Akşam yemeğim de bu olsun diyorum..

Gelen peynir tabağının sunumu olsun, çeşit-siz-liği olsun, hayal kırıklığına uğratıyor beni..Aslıgül ve Çisot'la Madrid'de yediğimiz peynir tabaklarından sonra, bu peynir tabağından zevk alamıyorum..Zevk alamamamın sebebi, peynir tabağı mı yoksa miniklerin yokluğu mu, işte bunu bilmiyorum..Ama ne olursa olsun, karşımda oturan iki minik olsa, eminim daha bir heyecanla yutardım peynircikleri, biliyorum..<3
Şehri terk etmeden önce dönüp son bir kez daha bakıyorum sevdiğim sokaklara..Bu şehirde geride bıraktığım iki gün sonrasında, ilk geldiğimde bana yabancı olan tren istasyonunu bu kez bir yabancı olarak değil de bir tanıdık gibi selamlıyorum..


Ve nargile ve şarap akşamlarımızda bana bu şehri tavsiye eden Olivier'e teşekkürlerimi iletiyorum içten içe..
İyi ki gelmişim diyerek, bir şehri daha geride bırakıyorum..


Önce Paris'e daha sonrasında ise Münih'e trenim var..Bu da demek oluyor ki, uzun bir yolculuk-yaklaşık 14 saat- beni bekliyor..
Paris'e indiğimde koştura koştura Münih treninin kalkacağı tren garına gidiyorum..Gara geldiğimde karnımın acıktığını hissediyorum, sanırım doymamış karnım bugün tam olarak..Tren garında "makarna" kokusu..Çok güzel bir makarnacı duruyor karşımda, almak için yelteniyorum..Fakat tren kalkmak üzere, makarnadan vazgeçip, koşup trene biniyorum..
Trene bindiğim anda içimi bir sıkıntı kaplıyor..Daha önce hiç uzun tren yolculuğu yapmamış ben, ilk defa eski bir trene binmenin garip hissini taşıyorum içimde..Aslında içimdeki bu hissin sebebini de biliyorum..Next Destination:Almanya-Münih 
İtiraf etmeliyim ki kendimi hiç bir zaman Almanya'ya ve Almanca'ya yakın hissetmemişimdir..Lise hayatım boyunca 3 sene Almanca görüp de tek bir cümle bile hatırlamamam ise bundandır..Almanlar hakkında her hangi bir ön yargım olmasa da, hatta bu sene içinde çok tatlı iki Alman arkadaş edinmiş olsam da, Almanya'ya karşı içimde beslediğim soğukluk ve Almanya'ya gidiyor olmanın verdiği huzursuzluk içimi kaplıyor..
Tren eski, tren soğuk..İçinde bulunduğum tren odasında benim dışımda 4 kişi daha..Arjantin'li çocuk konuşmaya başlıyor, İspanyolca konuşmak hoşuma gidiyor tabi ki, diğer iki kız Amerika'lı, bir de kadın var tek başına, konuşmayan, sessiz, sakin, kendi halinde biri..

Arjantin'li çocuk da Inter-Rail'cı..Yeni almış biletini, benden bir kaç "Tip" alıyor, rahatlıyor belli ki biraz olsun..

Yola çıkalı üç saat oldu ve ben hala kendimi rahatlamış, alışmış hissedemiyorum.."Hayat Güzel" filmi geliyor bir an aklıma..Nazi Almanyası'nda toplama kamplarında geçen bir hikaye..II. Dünya Savaşı'nı yaşamış bir çok insanın biyografisini okuduğumdan olsa gerek, kendimi toplama kamplarına götürülen insanların yerine koyup, onlar gibi hissediyorum..Kim bilir, belki de "Paris'te Son Osmanlılar"da olduğu gibi, her an Getto'lar treni durdurup, İstanbul'a, ailelerine kavuşmak isteyen Yahudi'leri yakalayacaklar korkusunu yaşıyorum içimde..

Tüm bu düşünceleri kafamdan atmaya çalışırken, bir yandan da rahatsız koltuklarda uykuya dalmaya çalışıyorum..Ama biliyorum, imkanı yok..

Bu gece nasıl bitecek bilmiyorum..Tek istediğim bir an önce bu trenden inmek istediğim..
Münih yolundan, bir gece treninden, bir maceracı ruhtan sevgiler..















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder