31 Aralık 2012 Pazartesi

Münih

24 Aralık 2012

Tüm gece yerimde dört döndüm..İmkansız, uyuyamadım..

Ne zaman içim geçse ya boynumun ağrısı uyandırdı beni, ya da trenin kasvetli atmosferi..
Nihayet sabahın 8'inde, yolculuğum Münih'te sona erdi..
Tren istasyonları evim gibi artık..Her tren istasyonuna vardığımda içimi bir rahatlama kaplar oldu..Hani insanlar evine girince bir rahatlar ya, benimki de o cinsten..
Büyük bir tren istasyonundayım, küçük bir gar bile denebilir bence..Etraf ışıl ışıl, sabahın bu saatine rağmen, etraf kalabalık..İnsanlar ellerinde bavullar, ya gidiyorlar, ya geliyorlar.Uykusuzluk yüzüme vurmuş, gözlerim uykusuzluğun verdiği ağırlıkla kapanırken, kendimi tanıdık bir yere, tren istasyonundaki "Starbucks"a atıyorum..En sevdiğim şey şu; dünyanın neresinde olursam olayım, Starbucks deyince ne bulacağımı biliyor, böylece hayal kırıklığına uğramıyorum..
Bir kahve, bir sandviç istiyorum, oturuyorum..En azından, Münih'te yapacak bir şeyler bulana kadar, küçük bir kahveyle içim ısınsın istiyorum..
Bu arada bir bakıyorum, Jonathan'dan mesaj..İlk Alman arkadaşım o benim, Münih'le ilgili bir kaç Tip vermiş bana..Mutlaka Christmas Marketlerine git diyor..Bir de Porto şarabı kadar güzel olmasa bile, Christmas Marketlerinde bulabileceğim sıcak bir şarap varmış ve bu şarap özellikle kış döneminde, bir Alman klasiğiymiş..Onu içmemi söyleyip, iyi yolculuklar diliyor..Teşekkür ediyorum..
Kahveyle birlikte uykum açılıyor..Saat 9'a doğru tren istasyonunu terk ediyorum..Dün geceki yorgunluğun üstüne bu gece bir hostelde kalmayı hakettim ve hemen bir Dormitory Room ayırdım kendime, bu seferki 6 kişilik..

Hostel şansıma tren istasyonuna 5 dakika uzaklıkta..Check-In yapamasam bile, hostele bavulumu bırakmanın rahatlığını yaşıyorum..Bir Münih haritası alıp, kendimi sokaklara atıyorum..
Karşıma çıkan ilk tarihi binanın mimarisi Almanya hakkındaki düşüncelerimi yumuşatmaya yetiyor az da olsa..Bilirsiniz, ilk izlenim önemlidir:)
Bu binanın ne binası olduğunu öğrenmeye çalışırken, nihayet bir tabela görüyorum.."Münih  Adalet Sarayı"

Adına yakışır bir bina olduğu kesin..

Şehir merkezini ararken, kendimi bambaşka bir yerde buluyorum, hiç bilmediğim..Sanki diğer sokakları biliyorum da :)
Derken karşıma çıkan tarihi binaların güzelliğine şaşıyorum..Almanya'ya karşı bir ön yargım var ya hani, sanki sırf bu sebeple Almanya güzel olamaz..
Bu arada aklıma Almanya ile ilgili yaşadığımız komik bir an geliyor..Bea, Olivier, ben evdeyiz..Yemek yemişiz, televizyon açık, elimizde şaraplar, önümüzde peynir en Fransızından..O sırada televizyonda bir belgesel..Dağlık, ormanlık, harika bir yer..Sunucu öyle keyifli anlatıyor ki, tutturuyorum hadi buraya gidelim diye..Neresi mi? Hiç bir fikrim yok..Aklımda sadece gitmek var ya hani, gitmek yeterli, nereye olduğunun önemi yok..
Öyle güzel yerler gösteriliyor ki, merak ediyoruz ister istemez..Ve aklımıza düşüyor şu soru "Neresi burası?"
Programın sonuna doğru öğreniyoruz ki "ALMANYA"
Ben tutturuyorum "Olmaz, burası Almanya olamaz, Almanya bu kadar güzel olmamalı" diye..Bizimkiler şaşkın şaşkın dinliyor kafamdaki Almanya imajını..

Uykusuzluğuma, yorgunluğuma rağmen gülümsüyorum gezme aşkı ile..
Nihayet şehir merkezinde buluyorum kendimi..
Münih ziyareti için çok da doğru bir zaman olmadığını anlıyorum, bugün Christmas gecesi, her yer kapalı, restaurantlar dışında..
Karşıma ilk çıkan yapı, kocaman bir kilise, "Theatinerkirche"..Belli ki içerisi kalabalık..Bugün Dua günü..

İçeri giriyorum, kalabalığın arasına karışıyorum..Her ne kadar Allah'ın beni her yerden duyacağına inansam da, daha yakın olmak istiyorum belki de..İçeri girdiğim an, içerideki kutsal sessizlik, içime bir dinginlik katıyor..Allah'ın evini selamlayıp, dua eden insanların arasına karışıyorum..

İnsanlar dualarını edip, mumlarını yakıyorlar..Bu mum yakma olayını mantıklı bulmasam bile biliyorum ki bu bir inanç..Ve inancın mantığı olmaz..Ve bende inanıyorum..Allah'ın beni mum yaktığımda duyacağına değil ama O'nun beni her an duyduğuna..İnanarak iki mum da ben yakıyorum..Neden mi iki?

Biri benim için, biri de sevdiklerim..
Şimdilik en büyük dileğim ise "Babamın içindeki acının günden güne hızlı bir şekilde azalması.." Ölümün kolay olmadığını gördüm ilk defa ben, uzak olmama rağmen hissedebiliyorum, anlıyorum ve artık biliyorum..

O an babamın bana anlattığı bir şey geliyor aklıma: 
"Babam öldüğünde, eve girdim, bayılmışım..İnanamadım..Cenazeyi defnettik..Her şey o mezara koyup arkanı döndüğün ve yürümeye başladığın anda eskiye dönüyor..Ve daha o anda unutmaya başlıyorsun..Önünde bir hayat var ve kaldığın yerden devam etmek zorundasın."
Merak ediyorum, acaba kardeşim ve babam o mezarlıktan çıktıkları anda böyle mi hissettiler diye..Ama merak etsem de soramıyorum, henüz çok yeni, henüz çok acı..
Duamı ediyorum ve kiliseden içimde huzur, çıkıyorum..Kendimi Christmas Marketine atıyorum, sanırım neşelenmeye ihtiyacım var..
Sanat, sanat ve sanat..

Bu yaşlı teyzeyi görmek içimde karışık duygulara yol açıyor..Bir yandan bu yaşında, diğer "şanslı" yaşlılar gibi keyif yapıp emekliliğinin tadını çıkaramamasına üzülüyorum..Bir yandan da bu yaşına rağmen, azimle sanatını yapıp, ekmek parasını çıkarmasını takdir ediyorum..
Christmas Marketi önünde bir çift gözüme çarpıyor..Genç bir çift, belli ki turistler..Öyle güzel bir aile görüntüsü ki,fotoğraflarını çekmeden kendimi alamıyorum..
Eşine ve çocuğuna aşık gözlerle bakan o kadın, anne ve babasına gülümseyen bu minik kız ve hayatındaki iki kadına da hayran bu genç adam, böyle bir aile tablosu çizdiklerini hiç fark etmeyecekler belki..Böyle bir fotoğrafın varlığından hiç bir zaman haberdar olmayacak olsalar da, ne mutlu onlara..
Christmas Market'inde yoluma devam ederken, Jonathan'ın tavsiye ettiği "Glühwein" ile karşılaşıyorum..

Kokusu hoşuma gitmese de alıyım bir tane diyorum..Ben ona Rakı önerdiğimde, kokusundan nefret etse de içtiği aklıma geliyor, gülümsüyorum..:)
Ve işte "Glühwein"
Kokusu çok ağır, artık şaraptan anlıyorum ya hani, tam ucuz bir şarap gibi kokuyor, Olivier'in bana yaptığı liste aklıma geliyor..
Bir gün ben bir şarap almışım kendi kafama göre, şişesini beğenerek..Öyle kötü ki bir yudumdan sonra hiç birimiz içemiyoruz..Bu ilk de değil üstelik, bunun üzerine Olivier oturuyor bana bir kağıda uyarılar yazıyor..
Başlık da "Şarap Bilimi" :)
Kural 1: Mantarsız şaraplar alınmayacak-yanına da inanılmaz çizim yeteneğiyle bir şarap şişesi çiziyor-
Kural 2: Şimdi adını hatırlamadığım ama yanlışlıkla hep aldığım o kötü şarap alınmayacak
ve bunun gibi birkaç kural daha..minik minik resimler..Ne zaman baksam gülesim gelir..:)
Bu kadar nostalji yeter, geri dönelim biz "Glühwein"a..O kadar kötü ki bir yudumdan daha fazla içemeyip, döküyorum..Neyse, en azından denemedim demem..
Christmas Marketinden alanından uzaklaşınca kendimi geniş bir kapı önünde buluyorum..Bana her ne kadar büyük han kapılarını hatırlatsa da, kısa zamanda anlıyorum bu kapı Müncher Residenz'e yani Münih Sarayına çıkıyor..
Koca bahçeden içeri girer girmez annem aklıma geliyor..Annemin hayali dünyayı dolaşmak ki bence bir an önce yapmalı benden aldığı cesaretle, tek başına alıp çıkmalı benim gibi..
"Anne beni arar mısın" diye mesaj atmamla birlikte arıyor "Bende tam seni arayacaktım" diye..
"Kızım ne delisin, benim hayalimi gerçekleştiriyorsun tek başına" diyor..
Alıp başını gitmek gerek bazen diye geçiriyorum içimden..
Aklı bende kalıyor biliyorum, haklı da..Kızı tek başına Avrupa'nın ortasında, bir minik bavul elinde, bir kamera, bir de tren bileti, nereye gittiğini bilmeden, kafasına estiği gibi geziyor..Kimi zaman trenlerde uyuyor, kimi zaman hiç tanımadığı insanlarla aynı odada..Aklı kalmaz mı, tabi kalır..
Sonra düşünüyorum..Beni nasıl özgür ruhlu yetiştirdiğini..Pişman mıdır acaba şimdi?
Hiç sanmıyorum, aklı kalsa da içten içe gurur duyuyor biliyorum :)
Annemle konuştuktan sonra dönüyorum Saray Bahçesine..
Saat 4'e geliyor..Ayaklarım 7 saattir dolaşmanın yorgunluğuyla uyarıyorlar beni..Bir yandan uykusuzluk vuruyor başıma, bir yandan açlık..
Şimdiki planım belli, öğle-akşam arası bir öğün yiyip, hostele gidip, kendimi duşa atmak..
Yol üstünde sıradan bir kafeye giriyorum 
"Mutfak kapandı, bu gece Kutsal Gece" diyorlar, çıkıyorum
Bir yandan bir şeyler alabileceğim bir süper market bakarken, bir yandan da "Mutfağımız Açık" izlenimi veren bir yer arıyorum..Açık süpermarket bulmak zaten imkansız ama kafe gibi bir yer bulabilirim düşünüyorum..

Karşıma minik, kendi halinde bir kafe çıkıyor ve insanların önünde yemekler..Yaşadık diyorum mideme, seviniyor..
İçeri giriyorum, karışık bir sandviç söylüyorum, ama cevapları Alman netliğinde
"Mutfak kapalı"
İçimden geçiriyorum "C'est ne pas possibleee!!"
"Ne yiyebilirim peki? Yiyecek neyiniz var?"
"Yemek olarak hiç bir şeyimiz yok ama pasta yiyebilirsiniz"
Garsonu, zamanında sarayının balkonuna çıkıp 
"Ekmeğiniz yoksa pasta yiyin" diyen garsonu, Fransız kraliçesi Anne Marie Antoinette'na benzetiyorum bir an için, bende yiyecek ekmek bulamayan Fransız Halkı..
Yapacak bir şey yok, bu akşam da Christmas'tan dolayı aç kaldık demek ki..
"Olur, ben bir pasta alıyım" diyorum
Pasta geliyor, öyle açım ki normalde çikolatalı pastaya bayılan benim bile pastadan midem bulanıyor..Bir de içinde "Glühwein" var, şu ucuz şarap olandan..
Açlıktan düşen kan şekerim dengelensin diye kendimi zorlaya zorlaya yiyorum..
Şehrin içinde dolana dolana hostelimin yolunu tutuyorum..
Nihayet odaya girebildim..İçimdeki minik gezi canavarlarından biri dürtüyor beni
"Sen bugün Münih'te kalma, kalk git Prag'a, sabah Prag'da olursun, yarın gece de oradan da Viyana'ya geçersin"
Aklıma da yatmıyor değil ama öyle yorgunum ki, bedenim bana karşı çıkıyor..Trende geçirilen uykusuz bir geceden sonra, benzeri bir geceyi bugün yaşamamalıyım diyorum kendi kendime ve dinleniyorum boş boş oturup..


Hazır oda bulmuşken kendimi duşa atıyorum..Akşam kiliseye gitmek var aklımda, Kutsal Gece olduğu için bu gece kilisede ayinleri olmalı..Merak ediyorum, hazırlanıyorum..Tam odadan çıkacakken, aynı odada kaldığımız 6 kızdan biri geliyor..Tanışıyoruz, Brezilyalıymış..İngilizce yerine İspanyolca konuşuyorum onunla, daha kolay oluyor anlaması..O bana Portekizce & İngilizce karışık cevap veriyor, böylelikle anlaşıyoruz..
Saat 8 civarı..Sokaklar beklediğimden daha kalabalık..Şu anda herkesin ailesiyle Christmas Yemeği'nde olması gerektiğini düşünüyordum ben halbuki..Akşam Münih bir başka güzelmiş, bunu anlıyorum bu küçük akşam turu sayesinde..
Bugün ziyaret ettiğim kiliseye gidiyorum, kapalı..Ayin öğlenmiş, ucu ucuna kaçırmışım..Mumlar ayinden sonra yakılırmış..
Küçük Münih ziyaretimizin burada sona ermesi gerektiğini düşünüyorum artık..Sabah saat 7.27de trenim var Viyana'ya..
Koşup gidip uyumalıyım derken, midemin açlıktan bulandığını hissediyorum ve tüm gün boyunca yediğimin bir sandviç ve bir pasta olduğunu düşününce mantıklı geliyor..O sırada gözüme tanıdık bir tabela çarpıyor "Pizza Hut"..
Kendimi atıyorum gece gece Pizza Hut'a..Akşam yemek yemek, hem de fast-food yemek hiç huyum değildir ama açlık bu..
Pizza değil makarna yiyorum..Dün canım çok istemişti ama yiyememiştim ya hani..
Anneannemin makarnasını özlüyorum işte tam da o anda..Ne zaman istesek yapar bize..Ve "Anneanne Makarnası & Pudingi & Köfte Patatesi" farklıdır bizim için..
Yasin ve Damla çok iyi bilir..:) Tabi bir de yeni torun Burçin..Unutmadan bir de "Gürbüz Çisot"
Çisot'la daha yeni yeni kaynaştığımız dönemler..Almışım Çisot'u anneanneme götürmüşüm..Şansına da Pilav & Tavuk & Puding var..Biz de açız Çisot'la..Bir de tam kilo aldığımız dönem..Anneannem önümüze koymuş yemekleri, dedem yanımızda Çisot'u bilmecelerle sıkıştırıyor..Bir yandan da yemeğimizi yiyoruz..O sırada anneannem soruyor Çisot'a doyup doymadığını..Çisot da doyduğunu söylüyor..O anda patlatıyor dedem bombayı:
"Doyar mı Güler, gürbüz maşallah, koy biraz daha koy"
O anda ne yapacağımı şaşırıyorum..Bir dedeme bakıyorum, bir Çisot'a..Teyzem ile Damla geliyor içeriden, onlar da inanamıyorlar..Bir de şöyle bir durum var ki, Çisot miniminnacıktıırr..Miniğimiz o bizim..
O günden sonra ne zaman çok yesek "Gürbüz" deriz birbirimize:)
Makarnamı yiyip hostele geri dönüyorum..Amacım uyumak aslında erkenden..Hostele giriyorum, içeride bir hareketlilik..Yeni arkadaşım Talita da kalabalığın arasında oturmuş internette seyahatini planlıyor..Odaya çıkıp alıyorum bilgisayarımı, geçiyorum yanına..O sırada yanımıza bir çocuk geliyor, Talita'nın arkadaşı, Felipe..
Derken başlıyoruz üçümüz sohbet etmeye..Üç gezgin, birbirini tanımaya çalışan..
Biz sohbetimize devam ederken, iki Amerikalı çocuk yaklaşıyor yanımıza..Oturup oturamayacaklarını soruyorlar..
"Tabi" diyoruz onlar da oturuyor yanımıza..
Biri tam robot, yüzümüze bakıyor ama suratında hiç bir ifade yok, sohbete de dahil olmuyor, en sonunda kalkıp gidiyor yanımızdan..
Diğeri Stephan, gerçekten çok ilginç bir çocuk..Bizim Eric gibi aynı..Çok zeki ama hiç belli etmiyor..Tam saf tipli..Ama konuşunca anlıyorsunuz ki baya dolu aslında..En çok konuştuğumuz şey Amerika onunla..Amerika ile Avrupa arasındaki fark, farklı hayatlar..
Biz tüm bunları konuşurken saat 2 oluyor ve artık uyuma vakti deyip kalkıyoruz Talita ile..
Güya erken uyuyacaktım ki dinleneyim..Bambaşka hayatların içinden küçük küçük hikayeler dinledim en azından diye avutuyorum kendimi..
Artık uyku zamanı Kübra derken, gözlerim kapanıyor..
Hoşçakal Münich, Danke Schön!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder