1 Ocak 2013 Salı

Viyana I. :)

25 Aralık 2012

Sabah 7.07'de uyanmama rağmen, beni gidi "atom karınca"-Zuhal Teyzemin kulakları çınlasın :)- 07.27 trenine yetişiyorum..Tabi bunda tren istasyonuna 5 dakika uzaklıkta bir hostel bulmamın katkısı da büyük..

Tren diğerlerinden farklı..Daha modern ve temiz..Bir sandviç alıyorum başlıyorum karnımı doyurmaya..
Ve kendime söz veriyorum, eve dönünce 1 yıl sandviç yemeyeceğim..:)
Trene bindiğim andan inene kadar amacım "Rouen" ve "Münih" günlüklerini bitirmek..Başlıyorum yazmaya ama bitirmek mümkün olmuyor.
Bilgisayarıma giren bir virüs beni engelliyor..Bu durumda bilgisayarımı kullanamayacağıma göre yapacak tek bir şey var diyorum kendi kendime..
"Format Atmak"
Hiç anlamam bu işlerden, bir sorun olduğunda hemen Tayfun'u arardım İstanbul'da olsam, beni her zaman olduğu gibi hemen o sorundan kurtarırdı sağolsun..İnsanın bilgisayardan anlayan arkadaşlarının olması süpermiş :) Ama şimdi başka çarem yok..Kendi kendime yapabilmeliyim bunu da..En büyük korkum, bilgisayarımdaki her şeyin silinmesi..O kadar resim, o kadar yazı..Nasıl olur, nasıl yapar da bunları korurum derken, Hard-Disk'imi yanımda taşımadığıma bin pişman oluyorum..En sonunda Tayfun'dan kazandığım kulak dolgunluğuyla belgelerin hepsini hem C hem de D hafızasına kopyalıyorum ve başlıyorum formata..
Gergin bir bekleyiş hakim.."Ya her şey silinirse" düşüncesini kafamdan atamıyorum..
Sonunda bitti ve hiç bir şeyim de silinmedi..
Format bitti ama yol da bitti, artık Viyanadayız :)
Tren istasyonunda indiğim anda soğuk içime işliyor...Gerçekten yok böyle bir soğuk..
İçimden geçiriyorum "Barlas, deli misin divane misin, neden 7 senedir bu soğuk ülkedesin.."
Ve tren istasyonundan Viyana..
Barlas çalışıyormuş bugün, 2'de çıkacakmış işten, kendi kendime şehri biraz da olsa keşfetmek için üç saatim var..Şehir merkezini soruyorum insanlara, metro biletimi alıyorum..Beklediğim normal metroda, gişeler olur, metro biletini sokarsın, kapılar açılır..Ama bu öyle değil..Metro girişinde böyle gişelerden yok, küçük bir makine var..Bileti oraya sokup damgalatman gerekiyor..Ben yapıyorum ama insanların hiç biri yapmıyor..
Nihayet şehir merkezine ulaşıyorum..
Hava öyle soğuk ki ellerim donuyor..İnsanın içine işliyor ayaz..
Kendimi kocaman bir katedralin önünde buluyorum metro çıkışında..Stephenplatz meydanının ortasında, 1365 Yılında inşa edilmiş"Stephansdom Katedrali" karşılıyor beni..
Devasa bir gotik mimari daha..


O sırada katedralin önündeki faytonlar dikkatimi çekiyor..Her zaman çok sevmişimdir atları..At gerçekten bir tutkudur, biliyorum..
Hele ki Christmas döneminde, atlar bir başka oluyor..:)


Bavulumla baş başa birkaç fotoğraf macerası daha yaşıyoruz..Gelip geçen önce bana sonra karşımda fotoğrafı çekmesi gereken insana bakıyorlar..Gözleri arıyor elinde kameralı biri, ama öyle biri yok..Bir minik bavul, üzerinde özenle yerleştirilmiş, açısı ayarlanmış bir kamera..Tekrar bana bakıp gülümsüyorlar sonrasında, haliyle bende onlara :)
Fotoğraf maceramızı sonlandırdığımızda çok önemli bir şeyi unuttuğumu fark ediyorum..Barlas inince haber ver demişti ve ben onu aramadım..Hemen internet bulabileceğimden emin olduğum Starbucks'a atıyorum kendimi..Bir de öğle yemeği niyetine bir kahve bir kek alıyorum yanıma..
Yazıyorum Barlas'a geldiğimi..
Arıyor Barlas "Gel bavulunu bırak sonra çıkalım" diye..
Geliyim ama nasıl?
Tarif ediyor yolu, çok da zor değil..Bir metro, bir otobüs, işte Barlas'ın evi..Metroya ikinci binişim, bakıyorum kimse biletini okutmuyor, bende okutmuyorum..Yıllardır annesinden, kardeşinden dinlediğim, kendisiyle ise sadece iki kere oturup konuştuğum, Beyhan Teyzemin oğlu, Emir'in abisi Barlas karşımda..Birbirimizi çok da iyi tanımamıza rağmen aslında çok şey biliyoruz birbirimiz hakkında, kardeşlerimiz ve annelerimiz sağolsun..Günler sonra bir tren istasyonuna değil, bir hostel odasına değil de bir "Ev"e girmenin sıcaklığı var içimde..Eve ilk girdiğimde anlattığım şey küçük bir çakallık yapıp biletimi okutmadığım..Yüzü ciddileşiyor Barlas'ın..
"Yakalandın mı peki?" diye soruyor.
Sonra da başlıyor anlatmaya..Normalde bileti her geçişte okutmak gerekiyormuş doğal olarak..Arada sırada bilet kontrolü yapılıyormuş ve metroya biletsiz binmenin cezası ise 100 Euro'ymuş..Yakalanmadığıma şükrediyorum..Nasılsın, yolculuk nasıldı derken konu bambaşka yerlere gidiyor..Bir bakıyoruz ki iki üç saattir hiç durmadan konuşuyoruz oradan buradan, okuldan, ortak tanıdıklarımızdan, İstanbul'dan, annelerimizden, kardeşlerimizden..
En sonunda aç olduğumuzu hissedip bir makarna yapıyoruz ve afiyetle, sohbetle yiyoruz..
Ne olursa olsun, ev makarnası gibi yok diye düşünüyorum..
Yemeğimiz bitiyor, artık Viyana'yı kuşatma zamanı diyoruz..Dışarı çıkacağız çıkmasına ama bir bakıyorum Barlas kaybolmuş..
"Çok çorabım var" diye bir ses geliyor içeriden.."İyidir çorap" diyorum sonra bir bakıyorum gerçekten çok çorabı var..Ve bu sadece bir kısmı : O aradaki pembe çorabın sahibi meçhul, o da ayrı :)
Evden çıkıp otobüse biniyoruz..O da ne ? Otobüs bozuluyor..Barlas şaşkın, 7 yıldır burada olmasına rağmen bozulmayan otobüs ben binince bozuluyor..
İnip tramvaya biniyoruz, daha sonrasında ise metroya..Metro ile güzel güzel giderken, bir anda bir anons: "Lütfen ininiz, metro daha fazla ilerlemeyecektir." Barlas bana bakıyor "Şimdi de metroyu bozdun" diyerek..
Biz tam iniyorken, ikinci bir anons, metro yoluna devam ediyor..
Karnımız tok, Viyana'da akşam olmuş..
"Önce şehirde biraz yürüyelim daha sonra Viyana'nın en eski Irish Pub'ına gideriz" diyor..
Viyana akşam daha bir güzel görünüyor gözüme, hayran kaldığım ışıklandırma sisteminden olsa gerek :)
Soğuktan içimiz üşüyünce, bu akşamlık bu kadar yeter diyip bana çok gerçekçi gelmese de "1516" yılından beri işletilen Viyana'nın en eski Irish Pub'ına giriyoruz..Barlas bir bira istiyor, biradan nefret eden ben de bir JaegerMeister alıyorum..Viyana'ya gelmişken Jaeger içilir diyorum..


Tabi daha önce sadece bir kere JaegerMeister içmiş ben, henüz nasıl shot yapılacağını bilmiyorum, yudum yudum içiyorum..
Bu sırada Barlas'ın burada okuyan bir arkadaşı, Serhat da katılıyor bize..
Bu kadar spontane bir hayat sürmeme ve sırt çantasını alıp evden çıkan "özgür kız" olmama şaşırıyorlar..
Ve Günün sözü:
"Neyimiz var ki kaybedecek, zincirlerimizden başka"
Barlas ve Serhat iddialı, yıllardır kurdu oldukları Viyana gece hayatını bana da tanıtmak niyetleri..
Birer JaegerMeister daha içip çıkıyoruz..
Şimdiki durağımız, şehrin ufak barlarından birisi..Bu sefer ikişer shot tekila yapalım diyoruz, yapıyoruz da..

Gece turumuza devam ederken, kültürel tura da tam hız devam ediyoruz..
Katedral, sisli hava ve akşam karanlığı ile birlikte ürkütücü bir havaya büründürüyor şehri..
Bu arada karnımız acıkıyor, bir koşu gidip döner alıyoruz, en Türk'ünden..
Önünden geçtiğimiz her yerde bir anısı var Barlas'ın..Dile kolay, 7 yılı burada geçmiş..
"Bizim Caddebostan sahil var ya hani, bak işte bu sokak bizim Caddebostan sahilimiz..Bahardan itibaren herkes burada toplanır akşamları.." diye anlatıyor, anlattıkça eskiler düşüyor aklına belli..Gecenin sonunda bir müzenin kafesine gidiyoruz son olarak..Ve ben geceyi bir sıcak çikolatayla kapatıyorum..


Saat olmuş 1.30, Barlas "Yandık" diyor..Evi merkezden bir metro, bir otobüs ile 20-25 dakika..Ama sorun şu ki, gece metrolar çalışmıyor..
Viyana'nın soğuğu içimize işliyor
"Hava kurşun gibi ağır, bağır, bağır, bağırıyorum" dizeleri düşüyor aklıma, lise edebiyat hocam Özlem Hoca'ya özlem duyuyorum içten içe..
Şanslıyız, beklediğimiz otobüs çabuk geliyor..
Günü bitirmeden bir Avusturya gerçeğinden bahsetmek istiyorum:
Avusturya'daki Türk nüfusun çokluğu inanılır gibi değil..Almanca bilmiyorsanız, hatta İngilizce bilmiyorsanız bile korkmayın..Girdiğiniz restaurantlarda, kafelerde, barlarda, dükkanlarda çalışan bir Türk'ün olma olasılığı gördüğüm kadarıyla % 80 civarında..
Sokakta Türkçe konuşmaya korkar oldum..Öyle ki her yanınızdan Türk fışkırıyor..Türk ve Türkçe..Bu sebeple belki de, kendimi hiç Viyana'da gibi değil, gerçekten Türkiye'de gibi hissettim..
Eve geldiğimizde ise bir başka komiklik..Sokakta duyduğumuz Gangnam Style'nı daha önce izlemediğimi duyunca, Barlas bu eksikliği gidermek için izletiyor bana Gangnam Style'ı ve inanamıyorum gerçekten adamın konserindeki insanların coşkusuna..
Bir gün daha bitiyor..Günler sonra tanıdık bir yüz, tanıdık bir ses duymak şaşırtıyor beni..Küçük ve yalnız Inter-Rail dünyamdan çıkıp, Viyana'da küçük bir Türk kolonisi dünyasında buluyorum kendimi bir anda..
İyi geceler Viyana, benimle birlikte Viyana sokaklarını gece gece kuşatan, Türk özlemimi gideren Barlas ve Serhat'a ise sonsuz teşekkürler:)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder