12 Ocak 2013 Cumartesi

Prag :)

27 Aralık 2012

Bugün her zamankinden daha farklı bir duygu var içimde.. Adını "Zaman" koyuyorum..Ne çabuk geçiyorsun zaman..İyi ki geçiyorsun..
O an aklıma Mevlana'nın sözü geliyor
"İyi ki geçiyorsun Zaman! Ya acının derinime işlediği bir anda donsaydın!" 
Bugünün tarihini unutarak, unutmaya çalışarak kalkıyorum yataktan..
İçimde bir "Ev"i bırakmanın, bir “Dost”u bırakmanın burukluğu, Barlas'a veda ediyorum..Teşekkürler Barlas, dopdolu geçirdiğimiz iki Viyana günü için, çok lezzetli makarnamız için, rehberliğin, arkadaşlığın ve tüm paylaştıklarımız için :)Artık az da olsa öğrendim Viyana'yı..Tren istasyonuna gidiyorum, tren 10.30'da olmalı..Ama görünürde yok öyle bir tren..Görevliye sorduğumda aldığım cevap, erkenden uyanıp, kendini Viyana'nın soğuk sokaklarına beni yıkıyor..
"İnternet sitemiz güncellenme aşamasında, sanırım oradan baktınız ama uluslararası trenler artık diğer tren istasyonundan kalkıyor."
Treni kaçırmış olmanın verdiği sıkıntı ile diğer tren istasyonuna doğru yol alıyorum..Bir daha ki tren saat 12.30da, akşam 18.30da Prag'dayım böylece..Öyle alıştım ki tren yolculuklarına, artık hoşuma bile gidiyor..Bekliyorum trenimi sabır & sabırsızlıkla..
Tren geliyor, açıyorum müziği, alıyorum bilgisayarımı önüme, başlıyorum yazmaya..İçim karışık..Bir yanım eve dönmek için sabırsızlanıyor, diğer yanım tutkulu..Seviyor gezmeyi, yazmayı seviyor..Kendini bulmayı seviyor..Tam bunları geçirirken içimden, bir an için aklımdan geçiyor: Keşke böyle bir işim olsa, gezsem, görsem, tatsam, yazsam..
O da ne ?
“Evcimen” tarafım çıkıyor ortaya.. İğneleyici sorularla sıkıştırıyor  “Sol”-“Özgür” yanımı..
Bir şehre, bir eve ait olmadan mutlu olabilecek misin?
Her gece farklı şehirlerde, farklı yataklarda uyurken rahat edebilecek misin?Ailen olmadan, sevdiklerin olmadan yediğin yemekten, yaşadığın hayattan zevk alabilecek misin?Söyle bakalım, EKSİK yaşayabilecek misin? 
...
Sorular, cevaplarını bilmediğim sorular düşüyor aklıma..
Öyle garip ki içim, içimde iki ben var.. Biri bağlanmayı seven, evcimen, minik hayatını sevdikleriyle yaşayan, yaşadığı hayata, insanlara, alışkanlıklarına sadık, düzenli hayatı seven Kübra..Diğeri ise bambaşka..
Yerinde duramayan, kök salmak istemeyen, maceracı, meraklı, değişikliği ve yeniliği seven, kendini bulma tutkusuyla, gitme tutkusuyla her geçen daha da büyüyen, büyüdükçe de daha çok giden Kübra..
Sonunda hangisi kazanacak merak etmiyor değilim.. Annem de merak ediyor.. Kim bilir, belki de içinden geçiriyor kimi zaman.."İçinde bu gitme tutkusu varken, ne olacak bu kızın sonu.." diye..Ya kök salacağım bir yere, ya da gideceğim.. 
Başka seçenek yok önümde..
Bir anda minik kompartımanın kapısı açılıyor, irkiliyorum önce, sonra bir bakıyorum, gülümseyen, şeker bir kadın.. Slovakça olduğunu tahmin ettiğim bir şeyler söylüyor, anlamıyorum.. Yüzümdeki garip ifadeden olsa gerek, hemen İngilizce'ye dönüyor, benimle oturup oturamayacağını soruyor nazikçe, tabi diyorum..
Oturuyor, meraklı gözlerle, bir yandan müziğin ritmine uyup, bir yandan da harıl harıl yazı yazan beni izlediğini farkındayım.. Merak ediyor belli ki, dayanamıyor, soruyor..
Başlıyorum anlatmaya, çok ilginç bir hikayem varmış gibi..
Benim alıştığım bu tek başına Inter-Rail yapma fikri, karşılaştığım herkesi hala hayrete düşürüyor ya, işte buna alışamıyorum.. İnsanlar şaşırıyor.. 
İlk tepkileri:
"Gerçekten yalnız mısın? Gerçekten mi? Peki planın ne, yani nereye gidiyorsun buradan sonra?"
Cevabım net:
“Evet yalnızım, bundan sonra nereye gideceğimi bilmiyorum..”
Herkes gibi, o da şaşırıyor.. Gözlerinde şaşkınlıktan öte, hayranlık görüyorum..Belli ki içten içe tebrik ediyor beni, belki cesaretimi, belki de gitme tutkumu..Gençliğini görüyor bende belki de, kim bilir, gitmek isteyip de gidemediği günleri görüyor belki..
Biliyorum, gözlerimde görüyor, gözlerinde görüyorum..
Londra’da yaşıyormuş, annesi Bratislava’da, tren istasyonuna kadar o bırakmış onu, Prag’a ablasının yanına gidiyormuş.. Görüyorum, gözlerinde özlem var, gözlerinde kavuşma heyecanı var..
Tatlı sohbetimizle birlikte, yolun sonuna geliyoruz.. Nihayet Prag’dayız.. İnerken gözü bavuluma takılıyor:
“Sen 15 günlük yola bu kadarcık şeyle mi çıktın, ben bile bir haftalığına geldim, senden çok eşyam var” diyor
Evet diyorum, bazen iki parça eşya ile, çıkmak gerek, çıkıp gitmek gerek, gidebilmek gerek diyorum..
Can Yücel’in şiiri düşüyor aklıma, mırıldanıyorum kendi kendime..
"...
Çok sahiplenmeyince, çok ait olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları..
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim" diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin..
Mesela gök kuşağı senin olacak
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
..." 
Belki de bu yüzden seviyorum yıldızları..Bu yüzden  belki "O benim" dediğim yıldızların oluşu..Daha çocukken anlamışım sanki elimden her şeyin bir gün kayıp gideceğini..
Prag tren istasyonu..İlk izlenimim: İnsanlar çok kaba..
İlk olarak Belçika'ya tren rezervasyonumu yaptırmam gerekiyor.. Akşam yola çıksam sabah oradayım, bu durumda Prag’da geçirecek 5-6 saatim var diye planlar yapıyorum kendi kendime.. Ama bu yolculuk boyunca öğrendiğim bir şey varsa o da çok sevdiğim bir sözün doğruluğu:
“Hayat, biz planlar yaparken, başımıza gelen şeylerdir.”
John Lennon 
Belçika’ya gece treni dolu, bu durumda yolculuğum sabaha kalıyor..Rezervasyonlarım tamam.. Sabah 6.30’da trenim ve toplamda 5 tren değiştireceğim..
Anlaşılan yorucu bir gün beni bekliyor.. Olsun, en azından bol bol yazmaya vaktim olacak diye geçiriyorum içimden, gülümsüyorum :) 
Önümde iki seçenek var.. Prag’ı elimden geldiği kadarıyla gezip, tren istasyonunda uyumak ya da ucuz bir hostel bulup, sabaha karşı hostelden ayrılmak..Hostel arayışına giriyorum hemen, şansıma şeker, minik bir hostel buluyorum..Ve sadece 5 Euro..Ne olursa olsun, bir yatakta uyumayı tercih ediyorum.. Çıkıyorum istasyondan ve başlıyorum şehir merkezine doğru yürümeye..O sırada karşıma çıkan ilk bina şehir hakkında ilk izlenimimi oluşturmaya yetiyor..
Büyüleyici..
Prag..
Annemin hayran olduğu şehir..Dün gibi hatırlıyorum.. Annemin her toplantısı öncesi evde bir Baba Trip’i Havası :) 
Biz küçüğüz daha, annemin bir haftalığına Prag’a gitmesi gerekiyor.. Gidişini değil ama dönüşünü hatırlıyorum.. Bir Pazar sabahı olmalı, babam annemi almaya gitmiş, biz de Yasin ile heyecanla bekliyoruz annemi..
Annem elinde bir sürü hediye ile giriyor kapıdan içeri..Bana kocaman bir cadı almış..Artık ne demek istiyorsa :)
O gün bugündür, Cadı’m durur odamın baş köşesinde..Baktıkça Annemi, baktıkça Prag’ı, baktıkça annemin geri dönüşünü hatırlarım, baktıkça o Pazar gününe geri dönerim ben, baktıkça çocukluğuma..
Şehir merkezine girdiğim anda daha iyi anlıyorum annemin Prag'a duyduğu hayranlığı..
Tıpkı her geçen gün daha iyi anladığım gibi annemi..
Küçükken hep babama benzetirlerdi beni..Evet, aslında hala da çok benziyorum.. Ama sanki 20'lerime gelince daha bir annem oldum.. Annemin arkadaşları bu yüzden belki de çok sever beni, özellikle üniversite arkadaşları.. Bilirim, el hareketlerim olsun, kıpır kıpır oluşum olsun, hepsi annemdendir.. Tavırlarım, konuşmam, kimi zaman bilmişliğim, merakım..Hepsi annemin gençliğini, kendi gençliklerini hatırlatır onlara..
Sanırım artık fiziksel olarak da daha çok benziyoruz birbirimize.. Belki de saçımızın kısalığı, yüzümüzü daha benzer kıldı..
Ozan’ın bir lafı vardır “Aynı annen gibi baktın”..Biliyorsun ki  annemin kızıyım, belki ondandır.. :)
Gezme tutkum da annemden geliyor bence.. Annemin üniversite anılarını, çılgınlıklarını, gece nöbetlerini, otostop maceralarını, İzmir'i dinleyerek büyüdüm ben..
Evet, artık otostop yapılacak bir dönemde değiliz, belki de o yüzden Inter-Rail yapıyorum annecim :)
Biliyorum, bu yüzden aklın her ne kadar bende kalsa da, tüm çılgınlıklarıma göz yumuyorsun.. Çünkü biliyorsun, annesinin kızı bu, dur desen olmaz :)
Evet, Prag’a geri dönelim..
İşte Prag'ın en hareketli sokağı, Nove Mesto..Işıl ışıl….
Kendimi Prag’ın büyüsüne kaptırmadan, elimdeki bavulu hostele bırakmam gerektiğini hatırlıyorum..Hava soğuk, üşüyorum..
Hostel merkeze çok yakın olmasa da kendi halinde bir yer..5 Euroluk odayı gerçekten çok merak ediyorum..Neyse ki beklediğimden çok daha iyi çıkıyor..Küçük bir detay: Odada 10 ranza, toplam 20 kişi kalıyor.. :)
Odaya eşyalarımı bırakıp, hemen dışarı atıyorum kendimi..Önce resepsiyondaki gençten bir şehir haritası, birkaç da tavsiye alıyorum...
Ve başlıyorum küçük Prag macerama..Prag geldiğimi anlamış olacak ki, yağmur çiselemeye başlıyor, hoş geldin yıllardır merak ettiğin şehre der gibi..Yağmuru seviyorum, yürümeyi seviyorum, yağmurda yürümeyi seviyorum..
Hoşbulduk PRAG!
Eski şehir merkezine geldiğimde, annem gibi AŞIK oluyorum bu şehre..
Bir şarkı düşüyor aklıma 90lardan..Yonca Evcimik
“..yakışıklı babam gibi, aşık oldum anam gibi..
Evet, tıpkı annem gibi aşık oluyorum ben de..
Şehrin büyüsü, ayaklarımı yerden kesiyor.. Kendimi bir masal dünyasında buluyorum.. Sanki ben, karşımda duran kalenin özgür prensesi.. Yok, bu olmadı.. Prensesler özgür olmaz..
Ben ancak kalenin, özgürlüğüne düşkün, atına atlayıp tüm gün çayır çimen dolaşan asi kızı olabilirim..:)


Kendimi şehrin büyüsünde kaybetmişken, Astronomik Saat Kulesi çıkıyor karşıma..
Dünyada sadece üç tane astronomik saat kulesi varken, Prag'daki bu kule, günümüzde çalışan tek astronomik saat kulesi..Ama bu özelliğinden çok, arkasında yatan tarih ve bu saat kulesinin hikayesi belki de içime dokunan..
15. Yüzyılda yaşayan ve Charles Üniversitesi'nde profesör olan Hunuş usta tarafından yapılan saat, kısa zamanda insanlar arasında bir fenomen haline gelmiş..Öyle ki, Hunuş ustanın ismi dönemin kralından daha çok anılır olmuş..Bu ünün üstüne, ustaya diğer ülkelerin krallarından teklifler gelmiş..Fakat usta hiçbirini kabul etmemiş..
Dönemin kralı ise, hem Hunuş ustanın popülerliğine bir son vermek adına olsa gerek, hem de bu saatin benzerinden bir başka yerde yapılmasını önlemek amacıyla, ustanın gözlerine mil çektirmiş..Bunun üzerine, gözleri kapanan usta, saat kulesinden intihar ederek, kapanan gözlerini, son kez kapamış hayata..
Saat kulesinin bir başka özelliği ise üzerinde 8 adet kuklanın bulunması..Bunlardan 4'ü insanlara uzak durmaları gereken davranışları sergilerken, diğer 4'ü ise insanlara doğru yolu göstermekte..
Sen rahat uyu Hunuş usta..Aradan 6000 Yıl geçmesine rağmen, hala insanlar anıyorsa seni, eserine sahip çıkıyorsa ve ben bugün seni düşünüyor, seni yazıyorsam, sen rahat uyu..
Bırak kapalı kalsın gözlerin..
Prag’dayım..
Annemin en çok sevdiği şehir..
Kafka’nın şehrindeyim..
Kafka’yı düşünüyorum.. Bir yandan Prag’ı..
Prag’da ancak Kafka olunur diye geçiriyorum içimden..
Bu ihtişamlı binaların derininde saklanan o gizem..
Okumayı özlediğimi, çok özlediğimi hissediyorum..
Kendime bir kahve/sahlep/sıcak çikolata yapıp, dışarıdaki soğuktan kaçıp, hayattan kaçıp, odamda okumayı özledim..Minik Aslıgül’lerin salonunda, kış ne güzeldir şimdi, kar ne güzeldir..Ve sıcacık bir çay..
Minik Çisot’un battaniyesi de salondaki koltuğundadır şimdi..
Minik hayatımı özledim..Aslıgül’lerin evinin sıcaklığını, kokusunu, çok sevdiğim huzurla uyuduğum yatağını..Çisot’un minik kırmızı yuvasını, battaniyesini, salonda filmler izlediğimiz günleri, L’era Fresca’yı..
Evimi özledim..Işıl’ın müziğe adapte olan ruh halini..
Seçoş ile "çay ve bizim kurabiyelerimiz" sohbetini..Çamlıca gecelerini..
Burçin’in beni karşısına alıp ciddi bir ses tonuyla beni ikna etme çabalarını..Yılların Action’ı ile kırk-yıllık kahve buluşmalarımızı..
Müge..
İlk gördüğüm gün hiç aklımdan çıkmayacak sanırım.. "Ne kadar bilmiş bir kız bu" demiştim kendi kendime, hakikaten de öyle çıktı..:)
2007 Yaz, Karekök Dershanesi :)
Az eğlenmedik iki yıl..Beraber üniversiteye hazırlandık güya..Hazırlanmasına hazırlandık da aslında..Ama Kadıköy’ün de altını üstüne getirdik iki yılda..Pazar günleri KTT’leri hızlıca bitirip 20 dakikalık teneffüste meydanda horon tepen kalabalığın yanına koşup, horon öğrenme çabalarımız, Müge’nin kahve falı merakı sonucu Kadıköy’ün tüm falcılarını gezmemiz, Ekin ve Müge ile katıldığımız eylemler, Ekin’in ciddiyeti, Müge ve benim ciddiyetsizliğimiz :) Kahve Dünyası&Fondü&Kitap üçlüsü, pilavcı Baki Amca, kaş bunalımları, benim test koleksiyonum, özel ders kapma yarışı-Onları gidi KöfteHorlar!- Tam şu anda bunları okuyup, gülümsediğini biliyorum Müge! Ve seni, Ankara bizi ayırmaya çalışsa da, çok seviyorum.. Merak etme, Happy Moons buluşmaları hiç bitmez !!
Özlediğim hayatımdan, Prag’a geri dönemiyorum...Bu sefer de Ozan düşüyor aklıma.. Son görüştüğümüzde sarf ettiği cümle çınlıyor kulaklarımda 
“Ama her yerin en tipik yemeğini yiyelim olur mu gidince, bir de ben Prag’a gitmeyi çok istiyorum..”
Sesindeki çocuksu masumiyet, içindeki heyecan, dün gibi içimde..
Evet işte ben geldim Prag'a, sende bir gün mutlaka gelmelisin, hayran kalacağından eminim :)
Prag’ın ara sokaklarında, esnaf dükkanlarının arasında yürürken, harika bir koku geliyor burnuma.. Ve kendimi küçük bir fırında, ateşin başında buluyorum..
Tipik bir Prag tatlısıymış Trull..Yanımda olmasa da, Ozan'ı dinleyip denemeliyim diyorum.. 
Harika! Elma ve bademin hamurla uyumuna bayılıyorum..
Ve nihayet Vltava Nehri'nin ayırdığı iki yakayı birleştiren Charles Köprüsündeyim..Şehrin diğer yakasında Prag Kalesi ve kaleyi çevreleyen, "Küçük Mahalle" anlamına gelen Mala Strana..Yapımına 9. yüzyılda başlanan kale farklı dönemlerde restore edilmiş..Bu sebepten ötürü, kalenin şu anki hali, birden çok dönemin izlerini taşımakta..
İçimde kaleyi gezemeyecek olmanın burukluğu.."Bir günüm daha olsaydı Prag'da" diye geçiriyorum içimden..
Şehirdeki romantik aşıkları mutlu etmek adına belki de, yağmur başlıyor yeniden.. Öyle hızlanıyor ki, önümü göremiyorum.. Yanımdan çiftler geçiyor, hızlanan yağmurda üşüyen çiftler, yağmur hızlandıkça daha çok sokuluyorlar birbirlerine, tıpkı “Kirpi”ler gibi.. Ben yürüyorum, sırılsıklam, yalnız..Tek isteğim, bu Prag akşamını kendime saklamak, bana hissettirdiklerini, bana özlettiklerini unutmamak adına..
Bu gece Prag’da değil de Geçmiş’te kapıyorum gözlerimi.. Ve bu gece tüm özlediklerim yanımda..
Benden mutlusu yok bu gece, biliyorum..

2 yorum:

  1. eSer niteliğindE, büyük-usta yazar tadıNda, sürükleyİci, okuyucunun ilgiSini hep En üst seViyede tutan, betimlemelerİ ile okuyucunun o dünYaya dahil Olmasını büyük bir ustalık ve titizlikle kaleme alan haRika bir yazar.. yazılarınızı büyük bir keyifle okumaya devam ediyorUM.

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkür ederim daha yolun başındayım :) hep keyifle okumanız dileğiyle ! :)

    YanıtlaSil