25 Şubat 2013 Pazartesi

Brüksel-Brugge :)

29 Aralık 2012

Yazmayalı öyle çok zaman oldu ki..Inter-Rail maceram bitti, evimdeyim, rahatım, mutluyum yeniden..
Kaç kere denedim tekrar oturup yazmayı..Ama olmadı, yazamadım, dökülmedi kelimeler dilimden, kimi zaman yazı kendini yazdırır ya hani, olmadı, yazdıramadı yazı kendini.."Zaman" dedim kendi kendime..
"Zorlama kendini, zamana ihtiyacın var, tekrar yazabilmek için zamana ihtiyacın var.."
Yazmak, sevmek gibi biraz..Hani insan bir sevgiden çıkınca yorgun düşer ya kimi zaman, yorgundur, bitmiştir, tükenmiştir, duygusuzdur, bir daha sevemeyecekmiş gibi hisseder ya hani..İşte bende bu yazma maratonundan çıktığımda, yorgundum, sanki yazabileceğim her şeyi yazmıştım ve bir daha kelimeler dökülmeyecekti sanki dilimden..Bir daha sevemeyecekmiş gibi, bir daha yazamayacakmış gibi..İşte öyle yorgundum..Ama zaman geçer, ve her insan gelir bir gün yeniden sever, sevebilir ya hani, işte zaman geçti ve ben yine yazıyorum..Kahvem yanı başımda, resimlere bakarak, anlara, anılara geri dönerek tekrar yazıyorum..
Ve fark ediyorum ki, yaşadığım anda yazmak ile aradan zaman geçince yazmak öyle farklı ki..Bu tıpkı dönüp geçmişe bakmak gibi, büyümüş halimizle çocukluk zamanlarımıza bakmak gibi..
Eskiden ağladığımız şeylere, tebessümle, kimi zaman özlemle dönüp bakmak gibi..
İşte tebessümle, kimi zaman özlemle bakıyorum bende geçmişe..

O zaman dönelim Belçika’ya, Brüksel’e, Brugge’e..
Gece Odile'le birlikte kaldığım için kocaman bir yatakta uyudum günler sonra, sıcacık bir ev, en önemlisi de evet, bir EV..İçi huzur dolu, sıcaklık dolu, içinde aile kokusu..
Öyle rahat ve deliksiz uyumuşum ki, işte dedim, aylardır aradığım deliksiz uyku bu, düşünmeden, hissetmeden, sadece uyumak..:)
İçimde bir evde uyanmanın sıcaklığı, Odile'in gülen yüzü ve rahatça duş alabileceğim bir banyo, daha ne isterim ki :)
Odile'den banyo ile ilgili talimatları alarak, banyoya atıyorum kendimi ki bir de ne göreyim.. 12 Yaşlarında minik bir erkek çocuğu tuvalette oturmakta :)Evde Odile ile yalnız olduğumuzu düşündüğümüzden kapıyı çalma gereği duymamışım tabi ki..Odile ve ben farketmeden, sabahın erken saatlerinde eve dönen ailenin minik oğluymuş bu küçük çocuk..
Ben kapıyı açar açmaz, çocuk Fransızca bir şeyler söyleyerek bana haykırıyor, ben ise Odile'e :) 
Odile geldiğinde ikimizin yüzünde de bir dehşet ifadesi :)
Sonradan durum anlaşılıyor ve neyse ki minikle bir daha karşılaşmadan ikimizi de utandıran bu macerayı böylece sonlandırıyoruz :)
Haftalar sonra bir evde olmanın psikolojisi ile de olsa gerek, karnım daha bir aç sanki bu sabah..
Odile ile birlikte koşarak mutfağa iniyoruz..İniyoruz inmesine ama o sırada gözüme çarpan bir manzara..Minik Belçika sokaklarındaki evlerin, arka cephesi..
İlk bakışta dağınık ve bitişik görünen bu evlerde yaşamanın nasıl olacağını hayal etmeye çalışıyorum..Şehrin merkezinde, minik sokaklardan birinde..Arkasında küçük bir bahçesi olan, 3-4 katlı, müstakil olmasına rağmen bir o kadar da iç içe..
Aklımdan bunları geçirirken bir yandan da Odile ile birlikte kahvaltılıkları çıkarıp kendimize küçük bir Belçika kahvaltısı hazırlıyoruz :)
Bu kahvaltıyı hayatım boyunca unutmam mümkün değil sanırım..Çünkü şuan bile tadı damağımda olan "Peperkoek" ile bu kahvaltıda tanışıyorum..
Aslında Hollanda'ya özgü olan bu lezzetli kek, bir sürü baharatı da içinde barındırıyor..İçindeki baharatlarla birlikte öyle tatlı ve lezzetli bir tat bırakıyor ki, tadı tam anlamıyla damağınızda kalıyor..
Kahvaltımız bittiğinde, içime Belçika'yı değil ama Odile'i bırakmanın burukluğu düşüyor..
Kahvaltıdan sonra evden ayrılıyoruz..Ve evet, Brüksel'i gündüz gözüyle görme zamanı artık :)
Ve işte Odile'lerin minik sokağı :)
Odile Brüksel turumda benimle olamayacağından, bana görmem ve yemek yemem gereken yerleri yazıyor..Ve Odile'le ayrılıyoruz..
Çok teşekkür ederim Odile..Sıcaklığın, dostluğun, paylaşımcılığın, harika kahvaltımız ve müthiş bir uyku için, çok teşekkür ederim:)
Yakında İstanbul'da görüşürüz... <3
Ve tabiki sıcacık karşılamanız için sonsuz teşekkürler Kahina ve Arno..
Hepinizi özleyeceğim küçük Franchapone'lar :)
Brüksel'de ilk yapmam gereken şey, Belçika çikolatasını denemek..Fransa'da yediklerimin üstüne daha iyisini 
yiyebilir miyim bilmiyorum ama Brüksel'e gelip de çikolata yememek olmaz :)
Bunun için ilk adresim, Brüksel'deki en iyi çikolatacı olan : Pierre Marcolini
Çikolatacayı sabırsızlıkla ararken, bu galeri ilgimi çekiyor..Alışveriş merkezi olarak kullanılan fakat bir galeriyi andıran bu yapıdan çıktığımda kendimi Brüksel'in Yukarı kısmında  buluyorum :)Brüksel Aşağı Şehir ve Yukarı Şehir olmak üzere iki kısımdan oluşuyor..Aşağı Şehir, orta çağdan kalma binaların bulunduğu, ara sokaklarında hediyelik eşya dükkanlarını bulabileceğiniz, gençlerin buluşma noktası..Yukarı Şehir ise, daha geniş ve modern sokaklarla karşılaşacağınız, Brüksel'in siyasi yapılarının toplandığı kısım..
Galeriden çıktığımda, Brüksel'in değil ama dışarıda beni karşılayan havanın büyüsüne kapılıyorum..


Sanki tüm gökyüzü benim için uyanmış bu sabah, güneş, bulutlar, havadaki baharı andıran esinti..Bir an kendimi Aralık sonunda değil de Mart başında gibi hissediyorum.. :)

Ve karşımda 1900 yılında inşa edilen, 112 yıllık "Palais Royal de Bruxelles"
 
Ve "Palace de Palais"den yani saray çevresinden bir kaç yapı :)



Bir de beni büyüleyen gökyüzü..



  

Brüksel'e, şehrin en yüksek noktasından "KuşBakışı" bakmak..




Yukarı Şehrin modern yapılarının, geniş sokaklarının arasına serpiştirilmiş eski yapılar..
Ve 
işte asıl Şehir Merkezi, yani Grande Palace'ın Yukarı Şehirden görünüşü..
Karnım acıkmaya başladıkça Odile'in bana Brüksel'e geldiğim ilk gün gösterdiği meşhur Belçika restaurantı Chez Léon'a doğru yol alıyorum..
Öğle yemeğim için yemem gerekenler :Midye ve aslında French Fries denilen fakat asıl kökeninin Belçika olduğunu öğrendiğim Belgium Fries..
Hayatımda hiç midye yemeyen bir insan olarak, bir porsiyon midye yemeye hazırlıyorum kendimi..


Evet,artık Chez Léon'dayım..

Belçika'ya gelmişken bira içilmez mi demeyin, bira insanı olmadığımdan denemeye tenezzül bile etmiyorum :) Gerçi bira insanı değilim dedim ama Meksika Bira'sını da sevmediğimi söyleyemeyeceğim, yolum bir daha düşerse Brüksel'e, en azından Belçika Birası denemedim demem :)
Hayatımda ilk defa midye 
yiyen biri olarak, midyeyi de sevdiğimi anlıyorum :)
Dip Not : French Fries mı dersiniz Belgium Fries mı bilemem ama patates kızartması harika!
Karnımı doyurduktan sonra başlasın Aşağı Şehir turu :)
Grande Palace'daki harika meydanın havasından olsa gerek kendimi bir anda Orta Çağ'da buluyorum..

Bu meydandaki en dikkat çekici bina, altın kaplamanın hakim olduğu Belediye Binası..
1695 Yılında Fransız Kral'ının meydanı bombalatmasının ardından, meydanda bulunan bir çok bina kullanılamaz hale gelerek yıkılmış..Ve sonunda meydan bugünkü görünümüne kavuşmuş :)

Ortaçağdaki yolculuğuma devam edereken, birden bir gitar sesi takılıyor kulağıma..Oldu mu şimdi diyorum kendi kendime..Günümüze geri dönüyorum..Ses öyle canlı geliyor ki ister istemez sesin geldiği yöne doğru yöneliyorum..Bir de ne göreyim :) Sakalları beyazlaşmış, 70'lerinde bir amcanın etrafında, kalabalık bir insan topluluğu, amcanın enerjisini, sesindeki canlılığı hayranlıkla izliyorlar, neşeleniyorlar..:)
Amca yaşına ve beyazlaşmış sakallarına aldırmadan, bağıra bağıra şarkı söylüyor..Söylediği şarkı ise Nothing Else Matters :)İçten içe tebrik ediyorum amcayı, yaşına rağmen kaybetmediği yaşama sevinci için.
Rouen'da bir sürü çikolatacıya girip burada girmemek olmaz diyerek kendimi birçok çikolatacının da olduğu Les Galaries Saint Hubert'e atıyorum..
Galeri diye geçen ama aslında kapalı bir alışveriş merkezi olan bu galerilerin iç ve dış tasarımları gerçekten çok hoşuma gidiyor.. İçerisi kalabalık..
Kimi turist benim gibi, şaşkın bakışlarından belli, kimi Brüksel'in yerlisi..
Tam Yeni Yıl öncesi olduğundan, çikolatacılar tıklım tıklım dolu..
Bende alıyorum bir kutu çikolata, ne de olsa bundan sonraki durağım Hollanda-Maaike, eli boş gitmek olmaz :)Çikolata demişken, Belçika'daki Çikolata Müzesini gezmemek olmaz diyorum ve kendimi müzenin içinde, çikolata kokusunda kaybetmiş bir halde buluyorum..İtiraf etmeliyim ki müzede hayal kırıklığına uğruyorum..Konu Çikolata olunca, beklentilerim yüksek oluyor sanırım :) Çikolatanın tarihini, kakao çekirdeklerinin toplanışını ve çikolatanın hazırlanışını anlatan tablolar etrafta..  

Brüksel turumun sonuna gelmek üzereyim..Sırada beni bekleyen küçük Belçika şehri Brugge var :) Çok fazla vakit geçiremeyecek olsam da, Odile'in şiddetle tavsiye ettiği bu şehri, yolumun da üzerindeyken, görmeden geçmek istemiyorum..
Brüksel Tren Gar'ına geldiğimde trene daha 20 dakika olduğunu görüp rahatlıyorum..Öncelikle koşup bavulumu alacağım koyduğum kilitli dolaptan, daha sonra trenime atlayıp Brugge :) Akşam da Maaike, oooh mis diye düşünürken o da ne :) Bavulumu koyduğum dolabın fişi kayıp..Bunu fark ettiğim an başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor, bu sırada tren kaçıyor tabi ve ben yarım yamalak Fransızcamla görevlilere durumu anlatıyorum..Neyse ki beklediğim kadar zor olmuyor dolabı açtırmak..Ama yinede planladığım her şey aksıyor ve ben oturup bir daha ki Brugge trenini bekliyorum..
Nihayet trenime bindim, ve sonunda Brugge'deyim..Şehrin meydanına geldiğimde beni karşılayan binaların eskiliği ve görkemi, bana bu şehirde koca bir tarihin yattığını gösteriyor..Kim bilir diyorum, bu meydanda neler yaşanmıştır, zamanında kimler asılmıştır, kaç kral bu meydana çıkıp halkına seslenmiştir kim bilir..
İlk trenimi kaçırdığımdan, 11. Yüzyılın ticaret şehri olarak anılan Brugge'de geçirebileceğim zaman kısıtlı..Buna rağmen, meydandaki neşeli kalabalık ve şehrin mistik havası içime işliyor..Ve kendi kendime bu şehri bir kere de gündüz görmem gerektiğini yineliyorum..İçimde Brugge'u yarım bırakmanın verdiği hüzün bir yandan da akşam Maaike'yi görecek olmanın heyecanı, Rotterdam trenime atlayıp, Hollanda macerama doğru yol alıyorum..
Rotterdam'da indiğim gibi bir başka trene binerek en sonunda Delft'e ulaşıyorum..Karşımda beni bekleyen Maaike ve sonradan babası olduğunu öğrendiğim çok şeker bir adam :) 
Yalnızlığa alışmama rağmen, hatta yalnızlığın çok hoşuma gitmesine rağmen gittiğim şehirlerde arkadaşlarımı görmek bambaşka bir duygu..
Akşam gözüyle gördüğüm kadarıyla, Delft minicik kanallarla dolu..

Nihayet Maaike'lerdeyiz :)

İçimde yeniden bir evde olmanın mutluluğu :)
Sıcacık bir aile, sıcacık karşılıyor beni..Annesi, babası ve parti insanı olduğu için evde olmayan kardeşi :) VE tabiki TED:)<3
TED Maaike'nin 16 yaşındaki kardeşi bacağını kırdığında ona arkadaşları tarafından alınan oyuncak bir ayı, oyuncak ayı deyip geçmeyin, evin gerçekten bir üyesi gibi :) 

Maaike'yi ve ailesinin sıcaklığını görmek içimi öyle ısıtıyor ki, mis gibi bir uykuya dalıyorum, huzurlu, sessiz ve sakin, tam istediğim gibi..:)


















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder